Deniz ampulü davası

Maxtouch | 10:37 | 0 yorum



Deniz Feneri Davası Alman yargısının suçlu ilan edip cezalandırdığı sanıkların Türkiyede suçsuz ilan edildiği HUKUK tarihine geçecek skandal bir davadır.

Zamanın Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, ”Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının suç işlemesi ve bunun sonucunda yargılananların hüküm giymeleri sevinilecek bir şey değil, ne kendisinin ne de bakanlığının bu davanın tarafı olmadığını” söylemişti. ) (http://www.dw.de/dw/article/0,,3650736,00.html) Ama zaman Bakanı yalancı çıkardı AKP davaya direk müdahale etti. Çünkü işin ucu onlara dokunuyurdu.

Alman savcılığın iddianamesinde, derneğin Deniz Feneri Derneği kampanyasıyla 41 milyon avro topladığı ve bunun 18 milyonunu amaç dışı kullandığı öne sürülmüş. İddianamede: “suç tarihi 2002-2007 Derneğin amacı ihtiyacı olanlara yardım toplamaktı. İnternette, gazetelerde, televizyonlarda (özellikle Kanal 7’de) reklamlar yapıldı ve insanlara hesap numaraları verilerek bağış istendi. İsteyen nakit isteyen havaleyle bağışını gönderebiliyordu. Beş yılda 41 milyon avro bağış toplandı. Ama paraların büyük kısmı gerçek amaç için kullanılmadı. Sanıklar hesaptan yüksek miktarda para çekiyordu. Bazı şirketlere ortak olunmuştu. Paraların bir bölümü kuryeler aracılığıyla Türkiye’ye gönderiliyordu. Yaklaşık 18 milyon avro bu yolla kullanıldı.” denilmişti.
İddianamede Başbakan Erdoğan’ın adı şu ifadelerle yer alıyor: “02.02.05 tarihli ‘Empfangsbestitigung 2’ olarak nitelendirilen alındı belgesinde herhangi bir meblağ yazılı olmamasına rağmen Mehmet Gürhan, Firdevsi Ermiş’ten parayı, Türkiye Başbakanı’na, (2003 yılından bu yana Recep Tayyip Erdoğan) Doğu Asya’daki tsunamiden zarar görmüş, yardıma muhtaçlara dağıtması için vermek üzere aldığını tasdik etmiş. Bu konu, sanık Ermiş’ in yedinci kez ifadesi alınırken sorulmuş ve doğruluğu tasdik edilmiştir.” Erdoğan, CHP lideri Baykal’ın dile getirip Türk basınının da haberleştirdiği bu iddiayı, gazetecileri hedef aldığı sert bir üslupla yalanladı. İddianamede sanık Firdevsi Ermiş’in ifadelerine dayandırılan bölümlerde, derneğin amacının AKP siyasetini desteklemek olduğu, şirket sahiplerinin Türkiye’deki iktidarla iç içe oldukları öne sürülüyor.) (http://www.farklihaber8.com/haber/deniz-feneri-davasinda-ne-oldu/tartisma/6975.aspx)

(Almanya’daki Deniz Feneri e.V. Derneği’nin Türkiye bağlantılarının araştırıldığı soruşturma, 8 Eylül 2008’de İşçi Partisi’nin yaptığı suç duyurusu üzerine başlamış. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Nadi Türkaslan, Abdulvahap Yaren ve Mehmet Tamöz’ü soruşturmayı yürütmekle görevlendirmişti.

(Alman mahkemeleri “Bu bir örgütlü suçtur” demiş ve “45 milyon Euro buharlaştı” diyerek örgütün beyni Türkiye’de ikazında bulunmuştu. Yine Deniz Feneri’nin önceki savcıları, “Almanya’ya gidip, Alman mahkemelerinin ellerindeki delilleri görmek istediklerinde” Adalet Bakanlığı “yol ödeneği” vermeyerek bu ziyareti engellemişti. Almanya’dan gelen belgelerin tercümesi aylarca ilgili savcılara intikal ettirilmemişti.) (http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/yazargoster.php?haber=22355)

Üç savcı, ilk operasyonu soruşturmanın başlamasından 1031 gün sonra yaptı. 6 Temmuz 2011’de yapılan ilk dalgada, Akman, Karaman, Kanal 7 Yönetim Kurulu üyesi İsmail Karahan, Kanal 7 Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Çelik ve Yeni Dünya İletişim A.Ş. çalışanlarından, Türkiye’deki serverde kayıt ederek sıkıştırılmış Uyum adı verilen bir muhasebe programını Almanya’daki dernekte kuran Erdoğan Kara gözaltına alındı. Savcılar, 49 saatlik gözaltı maratonunun ardından Akman, Karaman, Karahan ve Çelik’in, ‘suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, nitelikli dolandırıcılık, evrakta sahtecilik’ suçlarından tutuklanmasını talep etti. 4 kişi, 11 Temmuz 2011’de tutuklandı. Üç savcı, Akman ve Karaman’ın tutuklanmasının ardından HSYK’ya yapılan şikayet üzerine soruşturmadan alındı.

Savcılar, üç yıl önce Ankara 3. Sulh Ceza Mahkemesi’ne başvurarak aralarında Zahid Akman’ın da bulunduğu 19 kişinin tüm mal varlıklarına el konulması talebinde bulundu. Savcıların, nöbetçi mahkemeden iki önemli talebi oldu. İlki, 19 kişinin “doğrudan ya da ortak sahip oldukları tüm taşınmazlara, kara deniz veya hava ulaşım araçlarına, ortağı bulundukları şirketlerdeki ortaklık paylarına” el konulması. İkincisi ise “bu kişilerin ortağı bulundukları şirketlere ait tüm taşınmazlar ile kara, deniz veya hava araçlarına, ortağı bulundukları şirketlerin tüzel kişilik olarak ortak olduğu diğer şirketlerdeki ortaklık paylarına” el konulması. Ankara 3. Sulh Ceza Mahkemesi, savcıların talebini aynı gün karara bağladı. Talepteki ilk maddeyi kabul ederek, 18 kişinin tüm taşınmazları, araçları ve ortak olduğu şirketlerdeki hisselerine el konulması kararı verdi.
Ardından da HSYK’nın yaptığı soruşturma sonucu Türkaslan hakkında ‘evrakta tahrifat yapmak ve görevi kötüye kullanmak’ suçlarından 1 yıldan 11 yıla kadar, Yaren ve Tamöz hakkında ise 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezaları istemiyle dava açıldı.  Bu arada Akman ve Karaman’ın da aralarında bulunduğu şüpheliler, 102 gün tutuklu kaldıktan sonra ‘bundan sonrası cezaya dönüşür’ şeklindeki kararla tahliye oldu.

Görevden alınan Nadi Türkaslan, “dilekçe skandalını” savunmasında şöyle yazıyor: “HSYK ve Başsavcılığı’na avukat tarafından verilen dilekçenin ekinde 3. Sulh Ceza Mahkemesi’ne verilen dilekçe eklenmiştir. Mal varlığına tedbir koyma işlemi yaptığım için mahkemeye itiraz edildiği, bu itiraz üzerine verilen kararı bile uygulamadığım izlenimi yaratmak ve Başsavcılığı etkilemek amaçlanmıştır. Dilekçe ne Ankara 3. Sulh Ceza Mahkemesi’ne ne de bir başka mahkemeye verilmemiştir. Hiç işleme konulmamış dilekçenin, verilmiş gibi resmi bir makama sunulan dilekçenin ekine konulması, şikayet edenlerin ne kadar maksatlı, iyi niyetten uzak, soruşturmayı etkilemeye, soruşturmadan alınmamıza yönelik olduğu açıktır. Henüz savunmamı müfettişlere sunumdan önce, Cumhuriyet Savcıları bu soruşturmadaki görevlerinden alındım, böylece amaç gerçekleşmiştir.”  ( http://www.kemalistler.org/dilekcede-sahte-belgeler-varmis.html/#ixzz1xhXei8LD)

Savcı Nadi Türkarslan, hakkında 11 yıla kadar hapis cezası istenmesiyle ilgili olarak  “Belgeyi tahrif etmekle suçlanıyorum. Benim önüme, benim tahrif ettiğim iddia edilen belge geçseydi ben o konuda dava açmazdım” dedi. Savcı Türkaslanın bu ifadesi ilginçtir diyor ki benim elime mahkeme kararını içeren resmi bir belge geçmedi anladığımız kadarıyla elime mahkeme kararının aslı geçmedi. Bu sebeple mahkeme kararının aslının kamuoyuna yayınlanması gerekir kanaatindeyiz.

Kanaatim o ki deniz feneri davasını sürdüren savcıların 19 kişinin ve ortak oldukları şirketlerin mal varlıklarına el konulması istemiyle Ankara 3. Sulh Ceza Mahkemesine yaptığı başvurunun karar metninin aslı değil fotokopileri ellerine geldi. Savcılara ulaşan mahkleme kararının fotokopi olması sebebiyle kararın  aslı olup olmadığı belgenin KENDİSİ ortaya çıktıktan sonra belli olacak. Savcılar  kimliği belli olmayan 1 kişi  hariç diğer 18 kişinin mal varlıklarına el konulmasını isteyen maddeyi el koyma işlemini yapacak kuruma faksladılar. Ama mallara el koyacak kurum sanki mahkeme bu 18 kişinin ortak olduğu şirketlerin mal varlıklarına da el konulma hükmü varmış gibi işlem yaptı. Bu durum ya mahkeme kararının aslı bu icracı kuruma geldi yada kasti yalnış işlem yaptılar sorusunu akla getiriyor..Sonuçta MAHKEME KARARININ ASLI ortaya çıkmalıdır…
Share this article :

0 yorum:

Yorum Gönder

 
Support : Creating Website | Johny Template | Mas Template
Copyright © 2011. VİTRİN - All Rights Reserved
Template Modify by Creating Website
Proudly powered by Blogger