Deniz Feneri Davası Alman yargısının suçlu ilan edip cezalandırdığı sanıkların Türkiyede suçsuz ilan edildiği HUKUK tarihine geçecek skandal bir davadır.
Zamanın
Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, ”Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının
suç işlemesi ve bunun sonucunda yargılananların hüküm giymeleri
sevinilecek bir şey değil, ne kendisinin ne de bakanlığının bu davanın
tarafı olmadığını” söylemişti. )
(http://www.dw.de/dw/article/0,,3650736,00.html) Ama zaman Bakanı
yalancı çıkardı AKP davaya direk müdahale etti. Çünkü işin ucu onlara
dokunuyurdu.
Alman
savcılığın iddianamesinde, derneğin Deniz Feneri Derneği kampanyasıyla
41 milyon avro topladığı ve bunun 18 milyonunu amaç dışı kullandığı öne
sürülmüş. İddianamede: “suç tarihi 2002-2007 Derneğin amacı ihtiyacı
olanlara yardım toplamaktı. İnternette, gazetelerde, televizyonlarda
(özellikle Kanal 7’de) reklamlar yapıldı ve insanlara hesap numaraları
verilerek bağış istendi. İsteyen nakit isteyen havaleyle bağışını
gönderebiliyordu. Beş yılda 41 milyon avro bağış toplandı. Ama paraların
büyük kısmı gerçek amaç için kullanılmadı. Sanıklar hesaptan yüksek
miktarda para çekiyordu. Bazı şirketlere ortak olunmuştu. Paraların bir
bölümü kuryeler aracılığıyla Türkiye’ye gönderiliyordu. Yaklaşık 18
milyon avro bu yolla kullanıldı.” denilmişti.
İddianamede
Başbakan Erdoğan’ın adı şu ifadelerle yer alıyor: “02.02.05 tarihli
‘Empfangsbestitigung 2’ olarak nitelendirilen alındı belgesinde herhangi
bir meblağ yazılı olmamasına rağmen Mehmet Gürhan, Firdevsi Ermiş’ten
parayı, Türkiye Başbakanı’na, (2003 yılından bu yana Recep Tayyip
Erdoğan) Doğu Asya’daki tsunamiden zarar görmüş, yardıma muhtaçlara
dağıtması için vermek üzere aldığını tasdik etmiş. Bu konu, sanık Ermiş’
in yedinci kez ifadesi alınırken sorulmuş ve doğruluğu tasdik
edilmiştir.” Erdoğan, CHP lideri Baykal’ın dile getirip Türk basınının
da haberleştirdiği bu iddiayı, gazetecileri hedef aldığı sert bir
üslupla yalanladı. İddianamede sanık Firdevsi Ermiş’in ifadelerine
dayandırılan bölümlerde, derneğin amacının AKP siyasetini desteklemek
olduğu, şirket sahiplerinin Türkiye’deki iktidarla iç içe oldukları öne
sürülüyor.)
(http://www.farklihaber8.com/haber/deniz-feneri-davasinda-ne-oldu/tartisma/6975.aspx)
(Almanya’daki
Deniz Feneri e.V. Derneği’nin Türkiye bağlantılarının araştırıldığı
soruşturma, 8 Eylül 2008’de İşçi Partisi’nin yaptığı suç duyurusu
üzerine başlamış. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Nadi Türkaslan,
Abdulvahap Yaren ve Mehmet Tamöz’ü soruşturmayı yürütmekle
görevlendirmişti.
(Alman
mahkemeleri “Bu bir örgütlü suçtur” demiş ve “45 milyon Euro
buharlaştı” diyerek örgütün beyni Türkiye’de ikazında bulunmuştu. Yine
Deniz Feneri’nin önceki savcıları, “Almanya’ya gidip, Alman
mahkemelerinin ellerindeki delilleri görmek istediklerinde” Adalet
Bakanlığı “yol ödeneği” vermeyerek bu ziyareti engellemişti. Almanya’dan
gelen belgelerin tercümesi aylarca ilgili savcılara intikal
ettirilmemişti.)
(http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/yazargoster.php?haber=22355)
Üç
savcı, ilk operasyonu soruşturmanın başlamasından 1031 gün sonra yaptı. 6
Temmuz 2011’de yapılan ilk dalgada, Akman, Karaman, Kanal 7 Yönetim
Kurulu üyesi İsmail Karahan, Kanal 7 Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Çelik
ve Yeni Dünya İletişim A.Ş. çalışanlarından, Türkiye’deki serverde
kayıt ederek sıkıştırılmış Uyum adı verilen bir muhasebe programını
Almanya’daki dernekte kuran Erdoğan Kara gözaltına alındı. Savcılar, 49
saatlik gözaltı maratonunun ardından Akman, Karaman, Karahan
ve Çelik’in, ‘suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, nitelikli
dolandırıcılık, evrakta sahtecilik’ suçlarından tutuklanmasını
talep etti. 4 kişi, 11 Temmuz 2011’de tutuklandı. Üç savcı, Akman ve
Karaman’ın tutuklanmasının ardından HSYK’ya yapılan şikayet üzerine
soruşturmadan alındı.
Savcılar,
üç yıl önce Ankara 3. Sulh Ceza Mahkemesi’ne başvurarak aralarında
Zahid Akman’ın da bulunduğu 19 kişinin tüm mal varlıklarına el konulması
talebinde bulundu. Savcıların, nöbetçi mahkemeden iki önemli talebi
oldu. İlki, 19 kişinin “doğrudan ya da ortak sahip oldukları tüm
taşınmazlara, kara deniz veya hava ulaşım araçlarına, ortağı
bulundukları şirketlerdeki ortaklık paylarına” el konulması. İkincisi
ise “bu kişilerin ortağı bulundukları şirketlere ait tüm taşınmazlar ile
kara, deniz veya hava araçlarına, ortağı bulundukları şirketlerin tüzel
kişilik olarak ortak olduğu diğer şirketlerdeki ortaklık paylarına” el
konulması. Ankara 3. Sulh Ceza Mahkemesi, savcıların talebini aynı gün
karara bağladı. Talepteki ilk maddeyi kabul ederek, 18 kişinin tüm
taşınmazları, araçları ve ortak olduğu şirketlerdeki hisselerine el
konulması kararı verdi.
Ardından
da HSYK’nın yaptığı soruşturma sonucu Türkaslan hakkında ‘evrakta
tahrifat yapmak ve görevi kötüye kullanmak’ suçlarından 1 yıldan 11 yıla
kadar, Yaren ve Tamöz hakkında ise 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezaları
istemiyle dava açıldı. Bu arada Akman ve Karaman’ın da aralarında
bulunduğu şüpheliler, 102 gün tutuklu kaldıktan sonra ‘bundan sonrası
cezaya dönüşür’ şeklindeki kararla tahliye oldu.
Görevden
alınan Nadi Türkaslan, “dilekçe skandalını” savunmasında şöyle yazıyor:
“HSYK ve Başsavcılığı’na avukat tarafından verilen dilekçenin ekinde 3.
Sulh Ceza Mahkemesi’ne verilen dilekçe eklenmiştir. Mal varlığına
tedbir koyma işlemi yaptığım için mahkemeye itiraz edildiği, bu itiraz
üzerine verilen kararı bile uygulamadığım izlenimi yaratmak ve
Başsavcılığı etkilemek amaçlanmıştır. Dilekçe ne Ankara 3. Sulh Ceza
Mahkemesi’ne ne de bir başka mahkemeye verilmemiştir. Hiç işleme
konulmamış dilekçenin, verilmiş gibi resmi bir makama sunulan dilekçenin
ekine konulması, şikayet edenlerin ne kadar maksatlı, iyi niyetten
uzak, soruşturmayı etkilemeye, soruşturmadan alınmamıza yönelik olduğu
açıktır. Henüz savunmamı müfettişlere sunumdan önce, Cumhuriyet
Savcıları bu soruşturmadaki görevlerinden alındım, böylece amaç
gerçekleşmiştir.” ( http://www.kemalistler.org/dilekcede-sahte-belgeler-varmis.html/#ixzz1xhXei8LD)
Savcı
Nadi Türkarslan, hakkında 11 yıla kadar hapis cezası istenmesiyle
ilgili olarak “Belgeyi tahrif etmekle suçlanıyorum. Benim önüme, benim
tahrif ettiğim iddia edilen belge geçseydi ben o konuda dava açmazdım”
dedi. Savcı Türkaslanın bu ifadesi ilginçtir diyor ki benim elime
mahkeme kararını içeren resmi bir belge geçmedi anladığımız kadarıyla
elime mahkeme kararının aslı geçmedi. Bu sebeple mahkeme kararının
aslının kamuoyuna yayınlanması gerekir kanaatindeyiz.
Kanaatim
o ki deniz feneri davasını sürdüren savcıların 19 kişinin ve ortak
oldukları şirketlerin mal varlıklarına el konulması istemiyle Ankara 3.
Sulh Ceza Mahkemesine yaptığı başvurunun karar metninin aslı değil
fotokopileri ellerine geldi. Savcılara ulaşan mahkleme kararının
fotokopi olması sebebiyle kararın aslı olup olmadığı belgenin KENDİSİ
ortaya çıktıktan sonra belli olacak. Savcılar kimliği belli olmayan 1
kişi hariç diğer 18 kişinin mal varlıklarına el konulmasını isteyen
maddeyi el koyma işlemini yapacak kuruma faksladılar. Ama mallara el
koyacak kurum sanki mahkeme bu 18 kişinin ortak olduğu şirketlerin mal
varlıklarına da el konulma hükmü varmış gibi işlem yaptı. Bu durum ya
mahkeme kararının aslı bu icracı kuruma geldi yada kasti yalnış işlem
yaptılar sorusunu akla getiriyor..Sonuçta MAHKEME KARARININ ASLI ortaya
çıkmalıdır…
0 yorum:
Yorum Gönder